Kelimelerin ve cümlelerin derin nutuklar tanrısına kurban edildiği bu ülke de itirazın diliyle konuşmayı öğrendim.

8 Mayıs 2011 Pazar

Vera.

Vera..
hic soylenmemis sozler soylemeliyim
el degmemis,duru sozler sevdigim icin

sevdigim! sehir giysilerini kiskanir
ve bu yuzden burunur geceyi
gunes gozlerinden beslenir
ve saclarini kollar gormek icin.
sensizken sehrim,
bos meydanlarinda yurudum
kalin puntolarla iri laflar ettim
ofkemi saldim iri disli postallar uzerine.
sevdigim! Vera.. hangi cocugu oksadin,
ellerinle gulden kokular..
dilinde ask nameleri,
soylesene Vera hangi cocugun adini andin.
sahi Vera en son ne zaman gormustuk Sena'yi?
hatirlasana deli kiz sana emanet etmisti o bombalari
sevdigim bak umut kan pihtisi rengine dondu
ki sen Vera,Filistin'den gecerken
sakin eteklerini toplama
biraz kan bulasmis halde cik karsima
ve sakin unutma
o ilk cocugumuzdur
asirlardir dillerde olan Leyla'dir,
Meryem'in suskunlugunda can bulan
gozleri vardi Zuleyha'nin
henuz dusmeden kirli kelimeler diyarina
bilir misin Vera bu kacinci cocuk?
bu kacinci kertik yurege atilan?
eskisi gibi degil..artik daha da sancili
sevdigim ozgurluk meydanlari budalalardan
gecilmiyorsa
bil ki bu sehirde cocuklar oluyor
asirlardan uzak ellerini Vera..
ellerini bulur ellerim
bir Grozni kusatmasinda
daglari goruyor musun Vera?
her bir daga bir cocugumuzun adini koymuslar
Berat'im,Emin'im,Murat'im
hani omuz omuza vermistik ya bir namaz kiyaminda
hani beraber acmistik orucumuzu
kimi Marmara'da kimi Yildiz'da
kos Vera kos
ulkemin surgun yerlerine kos
aglama deli kiz ben aglarim
seni boyle gormemeli
her okul kapisinda turkumuzu soyleyen kizlarimiz
ve annelere de soyle aglamasinlar
ve sakin onlara oluler demesinler
soylesene Vera
cocuklara sIkilan hangi kursun kahpece degildir?
ofkemiz tas dogursun Vera tas!
yuregimizi soksun yerinden
bak her tarafta sapanli ebabiller
Ebrehe'nin tanklari kan kusturur
simdi Firavunu bogan Kizildeniz'i
aglama duvarinin dibinde gorurum
ki asa degil Musa'nin elindeki
cagin sokulmus kalbidir
bir subat gecesi kaybettik esrarimizi Vera
kendimizi odalarimizda bulduk
postalli korkularimizla
soylesene sevdigim hangi rengini caldilar
gokyuzunden
bak zulum Cin Seddi'ni asti
sevdigim icimizdeki Musalardan ne haber vardir?
Ibrahimlerden,Yusuflardan
yoksa Musa'yi Kizildeniz'de yalniz mi biraktik?
ellerimizle mi verdik Ibrahim'i Nemrutlara
simdi hangi kuyudan gelmede Yusuf'un sesi?
ki unutma Vera
Filistin'de yeni dogan cocuklar ilkin annelerinin gogsune
sonra da yerdeki taslara uzanirlar
neredesin eyy Ismail'in bogazindaki merhamet?
icimizdeki bu siziyi kaldir
ya ebabilleri gonder
ya bizi de oraya aldir
ve her taraftan bana yonelir
seni arayan sesim
Vera benim..Vera benim..

Numan Arıman..
__________________

7 Mayıs 2011 Cumartesi

O'nun Yanında

         Ve O’ nun yanında…
            ‘Nun kalem ve onunla yazılanlara and olsun…’(68/1)
     Nun dedin sustum, kalem dedin yazdım, ‘ikra’ dedin kesildi nefesim.. İkra, dedi mevsimler, güneş ve ay.. seslenen rüzgârdan başkası değildi, gecenin ayazında...nehirler bir asi gibi dalgalanınca, hıncahınç bir mevsimin baharını soldurdu yapraklar.. asi bir inattan başkası değildi bu beni benden alıp götüren.. oysa içimde hafif kıpırtılar yaşıyordum.  Hangi bir yanıma inansam bilemedim.. ne zor işmiş aynı yerde bulunan iki organın iki ayrı dili konuşması.. gözlerim asi nehirler gibi baş kaldırırken rüzgârlara, lal olmuş dilim geceyi sarana.. bir beden de aynı anda iki dil konuşur muymuş, konuşuyormuş işte.. rüzgâra karşı ayakta direnen bendim bu sefer..katıksız ve en saf yanlarımla.. ağaçlar meyveye duruyor, inancıma hürmetini sergiliyordu yeryüzü..                                                                                                                                                                                                  
     Sözcüklerden af dileyerek kuracaktım cümleleri yinede yenileceğimi biliyordum.. susayım dedim, sözcüklerden çıkıp gerçek hayatla yüzleşmeye cesaretim yoktu içimde.. zamanın karmaşası için de karmakarışık olmuşken; yine aynı kelimeyi yineledi yeryüzü;
 ‘ikra’
     Başımı kaldırdım ilkin yerden.. Çakıl taşlı seccade toprak ile bir ağ örmüş gibi aramıza.. şu binlerce mezar başlık yanında kendimden korktum bir… insan büyüdükçe mi korkuyordu ölümden?ben hep ölümün benden korkacağını düşünmüştüm.. hesapta şu geldiği günkü gibi duran saf ve bembeyaz yanlarımla şok edecektim onu.. ama gördüm ki çocukken doğruymuş dinlediklerim.. ne ben eskide kaldım ne yüreğim eskisi gibi.. korku ile ümit arasında gide gelen bir imandan, korku tufanı bir inanç duvarına düştüm.. büyüdüm, büyüdükçe korktum ölümden.. bu yüzden bu gün rüzgârlara karşı duruşum.. mevsimler biliyor bu işi.. rüzgâr sesleniyor, geceler el veriyor yokluğuma..
— Öl de bitsin! Gitsin zaten yok olan yokluğun..
    ***
    Yeniden koydum başımı çakıl taşlı seccademin en taşlık yerine..renk attı dünyam, karardı her bir yer.. semaya vurdu içimde biriken tüm duygular.. avuçlarımda çakıl taşlarının kesici sertliği, burnumda toprak kokusu.. toprak olmak ne garip şeydi böyle.. dilimde kelimeler dönüyordu, kalbimde dünya… dünyanın merkezi ben, dilim de binler mırıldanırken, kalbim lal…
    ‘Bilakis insan kendi benliğine şahit olacak; türlü mazeretler ortaya koymuş olsa bile…’/kıyamet 75;14/
    Ve dilim ve kalbim birleşti işte.. süzülerek bir huzur kapısı açıldı üzerime.. başım secdede, alnım dikti.. görmesem de biliyordum sabah olmak üzereydi ve yağmur dindi..

 
             ***
    Yeniden kaldırma vakti gelmişti başımı çakıl taşlı secdemden.. taşlar alnımda iz yapmış, alevlerle harlanan gözlerim yanmıştı.. fakat bu secdenin diğerlerinden bir farkı vardı.. ne gözlerim ne dilim.. hissetmiyordum yüreğimden başka hiçbir yerimi..
    Düzen ve isyan, iç içe duruyordu bir gecede… şaşakaldım .. şaşkınlık tümcelerimi oyuncak mı eyledin Rabbim.. dakika sabrım yok gerçeği anlamak için.. ben bugünün içine uyanabiliyorsam ben dilimden şikâyetçiyim Rabbim.. uyandığım hiçbir güne bu kadar yakışmamıştım! Hiçbir güne bu kadar ‘ben’ doğmamıştım.. güneşe baktım; parlıyordu, rüzgârın bile sesi çıkmıyordu..
    Yamalı şeyler dik tutulurmuş, daha da çok sevilirmiş emek verilenler..insan çok susuz kalmış içi dolu kavramlara.. bir örtüyü bürünmekten daha fazlası anlatılırmış kitapta..
    Huzuru içime, bir emirle, bir rüzgârla değdirdi mevsimler. Mevsimleri içinden insanların geçeceği boşluklarda yarattı Rabb… Dilim yoktu sanki çekilin diyemedim telaşlarına… Geçerken dünyadan, bir el olsun edemedim kalışlarıma. Yamalı birkaç düş besleye durdum, öykünecek bir dal, alnımı secde garantisine değdirirken, sakalına değip geçen sesini işittim;
      ‘hatırla o zamanı ki,
 İbrahim Yıldız kaybolup gidince ‘Ben kaybolup gidenleri sevmem’ demişti…‘(6/76)
   Bir ikra daha esti rüzgârdan bu yana.. gökyüzüne baktım… artık gözlerim görüyor, dilim onu mükâfatlandırıyor.. ellerimi kaldırdım, hissediyorum Rab gülümsüyor, ben gülümsüyordum...
Duy ey ölüm!
Artık senden korkmuyordum….


                                                                                      Hümeyra İslamoğlu


Anroozha

                                    Anroozha*
“Bir keman ağlasın; bin kere bin ağıt çınlatsın göğünüzü.
Uzasın uzasın raylar,alıp götürsün sizi,kendinizi...
Ağlasın keman, adı "yolculuk" olsun”
    Ağladı keman.. İnsanlar ağladı.. Şehir Ağladı… Kemankeş sustu.. İndirdi gözlerini.. Sadece sustu.. Ve ağlattı…Kendisi de demiyor muydu kemanı çalarken insanlara şiir yazdırmayı amaçlıyorum diye.. Her müzik yüreğe hitap ediyorsa belli ki yürekten daha öte bir şeyler vardı içimizde.. Acıyan, sancıyan, duyumsayan… O’nun sesi gelince susardı içimizdeki tüm sesler, fısıltılar.. Nefesler..
   Tarih 31 Nisan’dı.. Önemliydi..Önemliydi çünkü içimizin de içinde kanayan bir şeylerin var olduğunu bize fark ettiren ellere şahit olacaktım…  Ses başladı.. Sustu tüm salonun sesleri.. Kapandı ışıklar.. Sustu herkesin içindeki ses.. Sustu tüm siluetler.. Yürüyen ruhlar.. Salondaki tüm koltuklar… O hâkimdi şu binlerce insana.. Yüreğine.. Gözyaşlarına… Sonra durdu keman.. Durdu kemankeş.. Kaldırdı bakışlarını yerden.. Alkış yoktu.. Gülümsemiyordu.. Kaldırdı bakışlarını ama bakmadı gözlerine hiç kimsenin… Sonra çekti yeniden yayı.. “Anroozha” dedi yay..
   Şehri hüzün ağladı sonra.. Diyar-ı İran ağladı sonra.. Gözyaşlarını içine akıtarak.. Kimse anlamadı ilkin bir şey.. Sonra kemankeş’in sesi yükseldi kulaklara.. “Burada yüreğinizde kopan fırtınaları, Burada dinlediklerinizi, yaşadıklarınızı, akıttığınız gözyaşlarını gece başınızı yastığınıza koyunca unutmayın.. Düşünün ve dua edin İran halkı için… Onların da sizler gibi özgürlüklerine kavuşması için… Dua edin…” Sözlerine ünlemler atarken kemankeş, tutulmuş nefesim acı bir lokma gibi yaktı genzimi.. Bağrımıza saplanan baltanın acısını yaşıyordum sonra.. Şimdi ben de ortaktım Farisi ülkesinin hüznüne.. O’nun sessizce içine düşen gözyaşlarına avuçlarımı uzatmış teskin etmeye çalışan bendim sanki.. Bu kez teli kopmuş bir keman gibi bağıran, isyan eden bendim.. İran halkının “bizler gibi” özgürlüğüne kavuşmasını isterken onu da mı içinin içinden gelen bir sesle söylemişti kemankeş.. Yoksa bilmiyor muydu Rabbin sözlerinin, ayetlerin bu ülkede hiçbir tesiri olmadığını, ya da bilmiyor muydu okul kapısı önünde yıllardır bekletilen binlerce insanı.. Bilmiyor muydu içinden gelenleri belki kemanla değil fakat sözle ifade etti diye ömürlerini mahpuslarda geçiren onlarca insanı.. Bilmiyor muydu İskilipli Atıf hocaları, Şeyh Saidleri, Metin Yükselleri…. Bilmiyor muydu bu şehrin karanlık, soğuk arka yüzünü.. Bilmiyor muydu yamalı düşlerimizi..  “Burası ülkem kokuyor” derken bilmiyor muydu kaç kişinin bu koku da boğulduğunu.. Gözyaşlarım ve düşünceler birbirine karışmış o koltuktan, o salondan, o sesten, kemankeşin bakışlarından binlerce mil uzaklıkta, vefasız kemankeşin, hüzün şehrini avutuyordum sanki… Arkadan vurulmuş gibiydi.. Sancılıydı.. O ses ona aitti.. Hüzün bu şehrin işiydi.. Kemandan çıkan tını, teller üzerinde hareket eden parmaklar, içinde öfke birikmiş kemankeş ağır darbeler atıyordu hüzün ülkesine.. Üstelik ihanet eden evlatlarının öz elleriyle ona layık gördükleri sadece gözyaşlarıydı… O günleri istedi kemankeş.. Anroozha dedi bitirirken.
    Kemanın sesine saygıya ithafen “müzik evrenseldir” demek istedim.. Dedirtmedi içim.. Şehri hüzne bi kazık da ben atamazdım.. Keman o günler diyor, kemankeş o günleri özlüyor, biz tazeliğini kaybetmemiş acılarımızı içimizde hissediyorduk yeniden..  O günlere ağlıyoruz yeniden.. Kaybettiğimiz umutlarımıza… Ezilmişliğimize.. Çalınmış düşlerimize.. Kemankeş “Anroozha” diyor..Yüreğime kendini müziğe teslim etmek, ayaklarıma gitmek düşüyor.. Çıkıyorum salondan; “o günlere” inat… Dilimde “Anroozha” mırıltısı..

                                     *(O günler) Farıd Farjad
                               

sana bir hikayem var anne.

bugün en içtenlikle sana anne diye seslenmek isterdim..
ama söyleyemeden gitmem gerekecek,biliyorum babamda kızacak belki böyle sessizce çekip gitmeme,
annemsin,cennetimin tek varisisin..giderken yanına bir şey alma demiştin,yüreğim bile ağır geliyor,babama nasıl anlatırsanız bilmiyorum,gözlerimi kaçırmam gerekecek,biliyorum yine adam olamadım,ama hep ne zaman adam olacaksınız derken nasıl da dalga mı geçerdim ben adam olmayacağım ki,ben kadın olacağım diye…
biliyorum şimdi bunlar içimde sadece bir anı olarak kaldı, ama bunları bile götüremem anne, üzgünüm!
Şimdi,geçmişimi,hafızamı,sevdiğim her şeyi size bırakıyorum..
Biliyorum doğumumun hiç de kolay olmadığını,babamın okumak için gittiği İran’dan doğum haberimi aldığında başka birinin çocuğu sanmasını hoş karşılamak gerekiyordu,nerden bilsin benim iki ay daha bekleyemediğimi,ama gidişimde erken olacak derdim de gülerdiniz, ağabeyim az dalga geçmez di yedi aylıkların zekaları konusunda,ama nedense bu konuda hiç şüphem olmazdı,benim ona cevap vermeme oldukça sinirlenirdi kimi zaman..
 Aslında içten ne cevaplar verirdim..ama kimse bilmezdi,sonra adım konuvermiş işte öylece,biliyorum anne,sana sormadılar koyarken,ama ben hala bunun senin hakkının olduğunu,şehit düşersem adımı,ebrar ,gidersem,cahide demeni isterdim hep..
 Elime doğduğumda sancak tutuşturan melekler,şimdi bırakmamı isteyecekler diye hep tedirgin yaşardım,oysa henüz parmaklarım daha yeni kavrıyordu,rüzgarın avuçlarıma doldurduğu o yaprak kırıntılarını bile,bizimkiler işte,daha doğar doğmaz elime kalem tutuşturmuşlar,herhalde oracıkta bir edebiyat patlamamı isterlerdi,dedem işte,ama kalemi alınca yapabildiğim tek şey ağzıma götürmek olmuş,fakat zaman ilerledikçe kalemi nereye götürmem gerektiğini çok iyi kavramıştım.
onca yüke rağmen bir kere bile uflamamayı ben annemden öğrenmiştim,bana hep sabır ve sebat veren o nur yüzlü annem,sözünü yerine getirdiğim için gözlerimin içine bakar ve “anlaşıyor muyuz?” diye sorardı ta o zamandan beri, evet anlaşıyorduk,belki de olmadığı kadar,fakat gitmem gerekiyordu,bu anlaşmaya uymak istemeyen annem,hep tedirgindi,fakat o misafir duygusunu yüreğimizin bir taraflarına emanet etmiştik,o beni öyle adamıştı,
Hanenin Meryem’i adadığı o derin anne duyguları gibi..
Fakat annemdeki  adayamamışlığın korkusu,bendeki ise adanamamışlığın korkusuydu o hep tedirgin yaşatan hayatı..ama ben onun gibi düşünemedim hiçbir zaman, düşünemezdim de zaten..
Çünkü O anaydı,o annemdi,o babamın bile annesiydi..
..
 Ben üç yaşına geldiğimde,okumayı gazete kupürlerinden çözmüş,annemin yardımıyla,yaşıtlarımdan önce davranıp Kuran’a bile geçmiştim, üç yaş bir dönüm noktası,belleğimin en iyi kavradığı zaman dilimiydi,küçük bir kasabadan babamın okuması için gitmemiz gereken yere hareket etmiştik,hiç anlam veremediğim o gidişin sebebini anneme soramadım,aramızda biri eksikti,evet yanlış değil,ağabeyim yoktu,annem yarın geleceğini,ama yarının bir türlü gelmediğini anlamıştım..
Mısır,kahire..

  Aile büyüklerimiz kırılmasın gidişimize diye ağabeyimi orada bırakmıştık,ne kadar süre bile kalacağımızı bilemediğim,bu koskoca şehrin çikolata yüzlü insanlarını sevmiştim,ama ağabeyimin özlemi içimde büyümüştü,ne kadar süre kalacağımızı bile bilmediğimiz ve sadece elimize aldığımız bir bavuldan başka hiçbir şeyimizin olmadığı bu koskoca şehirde,yapyalnız kaldığımızı sanıyordum..,ama okula gitme vaktim gelmişti,fakat beni okula saçımdan sürükleseler bile ağabeyimi getirmeseniz gitmem lafından başka bir şey çıkmazdı ağzımdan,o gelsin diye,Kuran’ın cüzlerini ezberlemiş,okumayı geliştirmiş, arapçayı ilerletmiştim..
babam en sevdiğim şeyleri bile almakta tereddüt etmiyordu,fakat ben her geçen uçakla ağlıyor,annemi de ağlatıyor onun kabuk bağlayan yarasını deşiyordum,ağabeyimi oradan almak kolaydı belki,ama büyükler birbirlerini kırmamak için çok büyük fedakarlıklar yapmaları gerekiyordu,bunu da işte o zaman öğrenmiştim,büyük affederdi,ama çoğu zaman büyükler de hata yapar..:)
bir gün “ben ölmek istiyorum” demiştim,ve henüz beş yaşındayım,ailem artık dayanamıyordu,ağabeyimin hali ise benden kötüydü,orda annem beni terk etti diye düşünmeye başlamış oda yedi yaşındaydı,delirecek gibi olmuş beni hatırlamadığını söylüyor,telefonlara çıkmıyordu,sonunda geldi,fakat ikimizin düzelmesi bir hayli zaman almış,annem bu zaman zarfı diliminde oldukça yıpranmıştı..
  psikolojik anlamda unutturmak için ikimizi de farklı şeylere yönlendirmişlerdi..
zaman geçiyor ve babam okul eğitimini tamamlamıştı,ondan öğrendiğim o kadar şey oldu ki,annemin ona desteği,gece yarılarına kadar çalışmasını sağlamak için bizi susturması,oyalaması,ki onu çok seviyordum,ve şimdi anlıyordum,annemdi o benim..
fakat bin annenin,bir eşin yaptığı fedakarlıkların bir hayli fazlasını yapmıştı o..
  İstanbul’a yerleşmek için dönüyorduk,ağabeyimin elini sıkıca tutmuş bu sefer hafızamdan silinmeyecek o anı yaşamaktan korkuyordum..
 Hayatımızı okuyor,okulsuz da olunabileceğini kanıtlıyorduk, evde ki kitaplığım,Kemalettin Tuğcularla dolmaya, Sezai Karakoç’larla bitmeye başladı ,sözün bittiği yerde aşk olduğunu kavramıştık,bir suya,bir çiçeğe,özlem duymaya,yıldızlarla konuşmayı, geceleri rüzgarı dinlemeyi o zamanlar çözmüş,en sevdiğim hobilerim halini almışlardı,ilk okul bitmişti, evimizde bir medrese vardı, kendi kendimizin hocasıydık biz,
çocuklar düştüğü zaman yere değil,bize dikkat etmemiz gerektiği için kızan bin annemiz vardı bizim.
 ateşin sıcak olduğunu,iyiyle kötünün arasındaki farkı Rabbimizin doğuştan verdiği furkan lütfüyle öğrenmiştik..
 Küçük abla unvanım hiçbir yerde bitmedi, gittiğim her yerde çocukları susturabilme kabiliyetim vardı,babamız bizi vakıf gibi vakfetmiş, vakfolunduğumuz yere sahip çıkmamızı gerektiğini öğrenmiştik,bu teoriden yola çıkarak,bulunduğumuz ortamda ki çocuklar ders dinlerken annelerini rahatsız etmesin diye,kendi vaktimizi onlara verir,onlarla ilgilenirdik,ben lise çağına kadar küçük anne diye anneler,abla diye ufaklar hep peşimden gelmiş,babaları ailemin beni okutmak için başvurduğu yola başvuruyorlardı,ben kendimden emin adımlarla yürümem gerektiğini bilir,ama sancağı düşürmekten korktuğum için tedirgin yürürdüm,annem,sancak kalbinde,kimsenin düşürmesine izin verme,cennetine sahip çık derdi..sancağı taşımama yardımcı olacak bir çift el daha tutacak mı ellerimden bilmiyorum,çok zorlandım,insanlar tepkileri ağırdı,çok kızdırırlardı beni,ben okumadım,ama çok okudum,hayatı okudum,insanı okudum,kuranı okuyorum,ama hakaretler bana insanların gözlerini de okumam gerektiğini öğretti, artık kimsenin gözlerini de okumak istemiyorum,kimse gözlerinin söylediğini dillendirecek kadar olgun değil,baktığım herkes yalancı,şahitlik edemedim kimseye,herkesin harcı değil,yürek demek,o kadar tezat savruluyor ki bu kelime,her müminin bir mümine si vardır,sende unutma,
  Yarına dair hep plan yapmak gerektiğini bilirdim,ölüm kelimesiyle planların üstüne çizik atar,bir çift kaşık çata,bana yapılmış bir haksızlığa bile boyun eğmezdim ama içimde ölürdüm hep..
Ben annemden kimseye surat çevirmemeyi,karşındaki Fravun bile olsa,gülümsemem gerektiğini,muhatabının gözlerine bakmayı,ne olursa olsun selam Allah’ındır demeyi,evdeki sorumluluklardan,kardeşlerden,sevdiklerimizden,sevmediklermizden,ve hatta nasıl iyi bir hanım olunurdan, insan olma bilincine kadar her şeyi ama her şeyi öğrendim..
 babamdan,insan değerdir,değerlere önem vermem gerektiğini,götürebileceğim tek sermayemin sevgi olduğunu bilir,sevdiğim insanları hayatıma şahit,imanıma şehit tutmak için severdim...
Haksızlıklara boyun eğmek gerekir belki kimi zaman,yüreğime yapılan haksızlıklara ne diyebilirim ki,söz verdim sana,ağlamak yok demiştin,anlaştığımızı da biliyorum,herkesi sevmek teorisini de unutuyorum,herkes sevilmeye layık değil belki de..ama ben bunu başaramam.. Allah sevdiği kullarını ağır imtihanlar verirmiş ya, seni çok seviyor o zaman,
En çok şu bahçedeki salıncakta mutlu oluyorum,birde en hızlı okuduğum kitaplardan biri Vadideki Zambak,birde çikolata yerken,bazen bunu dediğimde kimse inanmıyor ama öyle,yine bin sürü misafir,kimi zaman elli,kimi zaman otuz kişi gelirler,öyle zevkle yemek hazırlarım ki,bir keresinde annem rahatsızdı bir sürü ağabeyi ramazanda ben ağırlamıştım,ne gündü ama,annem benim evlenmek konusunda çok başarılı olacağımı düşünüyor,kız kardeşim konusunda bilemiyorum ama,bence babam annemi hak etmek için çok dua etmiştir herhalde,her ne kadar annenler beni istemeye geldi dese de..
sevgi bu olsa gerek,mutlak varlık.
.hakikat,ve bilemediğimiz şeyler..
İnsan
Bir vardır bir yoktur
İnsan
 hem vardır hem yoktur
İnsan
Ya vardır ya yoktur..
Hakikat,kainat,rahmet..
Ne büyük karmaşa,bunu çözdüğüm zaman işte onu başaracağım..
Bilmiyorum,yazamıyorum,yazmıyorum..
Gitmek istiyorum,gideceğim yer yok kardeşim,iletirsen aileme sessizliğime hece düşürebilirim,anlamak istemiyorum hiçbir şeyi,insanlar kırık,yürek kelimesinden nefret ediyorum,değersiz…
Bugün belki de,belki de bugündü..
Dönüş yolu,uğraklar,hangi kafa alır ki,Allah yardımcındır..unutma, tek varisim var oda sevgim,yapacağım çok şey var,ilk olarak Rahmanın hikmetinden sual olunmaz,gözüm,özüm,sözüm vuslattır..
…. hiçbir şey isteme,ne dünya malı,ne kazanç, seversen bir gün,annem gibi sev, sözlerinle,gözlerinle ışık gibi ol,hak ettiğin düşündüğün herkese dua et, hiçbir şeyden kaçma,ilk söz senin olsun,başkalarının ne dediği önemli değil,yüreğini dinle,hatanda devamlı olma, sen bir bayansın,büyüyeceksin,seni seven insanların sevgilerin köreltme,kimseyi kırmadan cevap ver,her şeyi sözlerle anlatmak zorunda değilsin,babam der ki;
“ seni seviyorsam bundan sana ne,?”
seni seviyorum kardeşim..
Hakka emanetsin..

Kalın sağlıcakla,yazıyı unut,dışarısı çok soğuk,bende üşüyorum,sanırım hastayım,kimseye bir şey söyleme..
  Hoşça kal,

                                                                                   Kizin Hümeyra..